Küre Dağları Ekoturizm Derneği Logo

Yükleniyor

Sürdürülebilirlik

Endüstri devrimi ile birlikte tarım toplumundan endüstri toplumuna geçiş birçok sorununda beraberinde getirmiştir. Fabrikalar etrafında yoğunlaşan yerleşimler, ucuz işgücü, çalışma koşullarındaki zorluklar, uzun çalışma süreleri, fabrika bacalarının kirlettiği hava, atıklar nedeniyle kirlenen toprak ve su 1800’lerde başlayan endüstri devriminin günümüze taşıdığı çevre sorunlarıdır. Endüstri devriminin başlattığı bu sorunlar insanın doğadan uzaklaşması ve kopuşu olduğunu gören bazı düşünürlerin ‘insan – doğa ilişkisini’ sorgulamalarına neden olmuştur.
 
Ralph Waldo Emerson, 1836'da yazdığı Nature (Doğa) adlı kitabında doğayı bir yön belirleyici, ruhu yansıtan bir ayna olarak tanımladı. İnsanın doğa ile ilişkisini 7 dalda tanımladı: hammadde, güzellik, dil, disiplin, idealizm, ruhlar ve umutlar; bunların herbiri bireyin sezgisini ve fikirlerini etkiler. Emerson'un doğal dünya tanımı, arkadaşı Henry David Thoreau'nun fikir ve yaşantısından etkilenmiştir. Thoreau bir göl kenarında, orman içinde ufak bir kulübede yaşamayı seçmiştir ve bu yaşantıdaki doğa gözlemleri özgürlüğün ve bireyselliğin güzelliklerini anlatır. Thoreau'nun anlatımıyla "Ormanda yaşamayı seçtim çünkü bilinçli yaşamak istedim. Hayatın sadece elzem olaylarıyla yüzleşmek ve hayatın bana öğreteceklerini öğrenebilir miyim diye görmek istedim. Öleceğim zaman da aslında hiç yaşamadığımı farketmek istemedim."
 
Thoreau ve Emerson'un çalışmaları, doğanın aslında bir öğretmen gibi bizlere dersler verdiği düşüncesinin yayılmasını sağladı. Benzer düşünceleri paylaşan John Muir, ormanlar ve tatlı su gibi doğal kaynakların korunması gerekliliğini belirtti. Vahşi doğanın, doğada yapılan aktivitelerin insan ruh haline pozitif etkilerini anlattı. John Muir'den etkilenen A.B.D. başkanı Theodore Roosevelt, çeşitli doğayı koruma programlarını hayata geçirdi. Muir ve arkadaşları "Sierra Kulübü"nü kurdular. Sierra Kulübü, günümüze kadar gelmiş ve kendini doğanın korunmasına adamış bir topluluktur.
 
Muir'den sonra 1940'larda Aldo Leopold doğanın sadece bir öğretmen olmadığını ve direkt olarak varlığımızı etkileyen bir ekosistem olduğunu belirtti. Leopold'e göre doğayı korumak, çevreye saygıya dayalı bir ahlaki yaklaşım gerektiriyordu. 1949'da yayınladığı "Toprağın Etiği" başlıklı makalesinde,
 
"Etik, yeni ve karmaşık ekolojik durumları karşılayacak bir kılavuzdur. Sosyal çıkarlar, bireysel çıkarlardan önde gelmelidir. Etik, toplumsal bir içgüdü gibidir." Bu sözlerden bu yana 70 yıldan fazla geçse de hala sürdürülebilirlik için önemini korumaktadır.
 
Rachel Carson'un 1962'de yazdığı "Sessiz Irmak" (Silent Spring) kitabı, toplumun her seviyesinde şok etkisi yaptı. Carson kitabında kimyasalların ve böcek ilaçlarının doğadaki canlılar üzerindeki kötü etkilerini anlattı. Kimyasallar balıklar, kuşlar, kurbağalar, insanların vücutlarında birikiyor ve vücudun doğal dengesini bozuyor, bazen de canlıların topluca ölümlerine neden olabiliyordu. Yerel yönetimler ve hükümetler bu tehditleri gözardı edemedi ve ekosistemi koruma için bir dizi önlemler alınmaya başlandı.
 
Yukarıda belirtilen doğa – insan ilişkisinin sorgulanmasından dört sonuç ortaya çıkmıştır.

  • İnsanoğlu ile doğa arasında önemli ruhsal bir bağ vardır
  • Doğadaki tüm canlılar arasında, insanlar dahil olmak üzere, bir biyolojik bağlantı vardır (tüm canlılar birbirine bağlı olarak yaşamlarını bir dengede sürdürürler).
  • İnsanlığın doğaya kötü etkisi giderek artıyor ve bu durum artık ciddi bir hale geldi
  • Çevre ve doğa eylemciliğinin temelinde "etik" yer almalıdır.
 
Son 30 yıl içinde dünya çapında ticaretin ve ekonomik büyümenin hızla arttı ancak fakir-zengin arasındaki farkın da hızla arttığı görülmektedir. Endüstriyel kapitalist sistem küçük bir kitleyi inanılmaz zengin kılarken, büyük bir toplum kesimi de fakirleşmektedir. Diğer yandan ise;  
  • Fabrikalar çevreyi kirletiyor
  • Doğa yok oluyor
  • Denizler kirleniyor
  • Hastalıklar artıyor
  • Fabrika, ev ve ulaşım araçlarında yakıt yakarak havaya atılan sera gazları küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine neden oluyor
  • Bazı yerlerde aşırı yağışlar, seller, toprak kaymaları oluyor
  • Bazı bölgeler kuraklaşıyor, çölleşiyor
  • Ekosistemler bozuluyor, bazıları yok oluyor ve canlılar ölüyor veya başka bölgelere göç ediyorlar
  • Petrol azalıyor
  • Ormanlar azalıyor
  • Balıklar azalıyor
  • Temiz su azalıyor, yeraltı suyu azalıyor
  • Devlerin ve inanılması zor sayıların zamanında yaşıyoruz:
 
  • Sadece bir günde yeraltından çıkarılan petrol, 85 milyon varildir ve bunun tamamını da bir günde tüketiyoruz.
  • Bir günde 13 milyar kilo kömür yakıyor ve havaya büyük oranlarda zararlı gazlar salıyoruz
  • Geleneksel yaşam alanından göç etmiş ve iş aramak üzere yollara düşmüş, evsiz 100 milyon insan var
  • Tek bir şirket, Wal-Mart, 1.8 milyon kişi çalıştırıyor
  • Exxon-Mobil firmasının 2006 yılı karı 40 milyar dolardır; bu para ile temiz suya erişimi olmayan 1 milyar insana sürekli kullanabilecekleri temiz su verilebilir.
  • Denizlerdeki büyük balıkların %90'ını tükettik
  • Bill Gates'in 6 dönümlük evinin değeri 100 milyon dolardır.
 
Ancak araştırmacıların ve bilim insanlarının tespitleri artık tehlike çanlarının çaldığını ve çok geç olmadan mutlaka birşeyler yapmak gerektiğini gösteriyor:
 
Fosil yakıtlarının kullanımı, havaya salınan sera gazlarının ve özellikle karbondioksit (CO2) oranlarının artmasına neden olmuştur. 1950' lerde iklim bilinci Charles Keeling havadaki CO2 oranlarını ölçmeye başlamıştı ve zaman içinde CO2 oranını gösteren grafik oluştu ve buna Keeling eğrisi denildi. Bu grafiğe göre 1950' lerde milyonda 315 oranındaki CO2, 2000'lerde 370' e yükselmiştir. Sera gazları bu oranlarda artmaya devam ederse;
  • İklimler daha hızlı değişecek, toprak kayması, sel, kuraklık gibi felaketler daha yaygın görülecektir
  • Kutuplardaki buzullar eriyecek ve deniz seviyesi yükselecek, kıyı şehirler kısmen veya tamamen su altında kalacaktır
  • Ekosistemler etkilenecek, ya değişiklik gösterecek ya da çökerek yok olacaktır.
  • Örnek olarak, denizlerdeki mercanlar ısı değişikliklerine duyarlıdır ve deniz suyu ısınınca ölürler. Mercan ölümleri o bölgedeki tüm ekosistemin çökmesine yol açar. 2002 yılında mercanlar üzerine araştırmaları olan 17 bilim insanının birlikte hazırladıkları, Science dergisinde yayınlanan makalede, böyle giderse 2030'a gelindiğinde mercanların büyük ölçüde zarar görecekleri ve 2050'ye gelindiğinde ise, en korunan mercanların dahi toptan yok olacağı uyarısı yapıldı. Deniz suyu sıcaklığının 1 oC artması, mercanların %82'sini ağartır.  Deniz suyu sıcaklığının 3 oC artması ise tamamen ölmeleri demektir.
  • Artan sıcaklıklar doğal dengeyi de bozuyor. Doğa gözlemcilerinin ve bilim insanlarının yıllarca tuttukları kayıtlara bakıldığında bitki, böcek ve hayvanların yaşam alanları değiştirdiklerini görülüyor. Canlı türlerinin önemli bir kısmı her on yılda bir 6 km kadar kutuplara göç etmeye başladı çünkü mevcut yaşam alanları gittikçe daha da ısınıyor; doğal denge bozuluyor ve zoraki olarak daha serine kaçıyorlar. Aynı şekilde canlı türleri, dağların alt yamaçlarından yükseklere doğru göç ediyor.
  • Karides benzeri olan kriller, kutuplardaki yaşam için hayati derecede önemlidir. Penguenler, foklar, balinalar bu krillerle beslenir. 1976'dan sonraki 10 yıl içinde %40 düşüş meydana geldi. Bu da krille beslenen diğer canlıların azalmasına neden oluyor. Krill' in yerini salp adı verilen bir tür ufak denizanası alıyor. Bu denizanalarının ise besin değeri yok, diğer canlılara faydası da yok! 30 yıl öncesine göre penguenlerin sayısında ise %50 azalma var.
  • İtalyan çevre uzmanları, Akdeniz'de su sıcaklığının 27 dereceye çıktığını ve son 3000 yılın en yüksek düzeyine ulaştığını açıkladı. Bu sıcaklığın tehlike sınırında olduğunu ifade eden uzmanlar, bazı canlıların bu ortamda hayatta kalamadıklarına dikkat çektiler.
  • Kutba yakın bölgelerde buzullar eriyor. Önceden karla kaplı tundralar yeşermeye başlıyor. Ormanlar tundralara gelecek ve çoğalacak. Beyaz kar örtüsüyle kaplı geniş alanlar güneş ışınlarını yansıtır. Kar kalkınca koyu renkli bitki ve ormanlar güneş ışınlarını yansıtmayacak ve küresel ısınmayı daha da arttıracak.
  • Grönland adası tamamen buzullarla kaplıdır. 2002 yılında Kuzey kutbu buzulları ve Grönland buzullarının 1.000.000 km2 alanı yok oldu. Bu şimdiye kadar kaydedilmiş en büyük küçülme oldu. 2004 yılında yapılan araştırmalar, Grönland buzullarının önceki düşünülenden 10 kat daha hızlı eridiğini gösterdi.
 
Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı ve insanlık olarak hızla bir felakete doğru sürüklendiğimizi gösteren birçok veri bulunmaktadır.  
 
“İnsan merkezli” bir bakış açısı ile kaynakların tüketilmesi toplum-doğa ilişkisinin devam edemeyeceğini göstermiştir. Çünkü karşılanan toplum ihtiyaçları hem doğa hem de insanın kendisi için (Kuzey-Güney çelişkisi) sorunlar oluşturmaya başlamıştır.

1972 yılında Roma Kulübünün, dönemin ileri gelen entelektüellerine hazırlattığı “Büyümenin Sınırları” başlıklı rapor yayınlanmıştır. Rapor ekonomi ile doğal çevre arasındaki ilişkide karşılıklı bağımlılığa vurgu yapmakta, kalkınmanın doğal çevrede ciddi tahribatlara yol açtığına dikkat çekmektedir. Bu rapor kalkınma ve çevre sorunsalı üzerine atılan ilk adım olmuştur.

Aynı yıl Haziran 1972’de İsveç’in Stocholm kentinde BM tarafından “Birleşmiş Milletler İnsan Çevre Konferansı” düzenlenmiştir. Açıkça ifade edilmese de, sürdürülebilirliği çağrıştıran yenilenemez kaynaklara karşı yenilebilir kaynak kullanma, çevre koruma, geliştirme gerekliliği gibi ifadelere yer verilmiştir. 1982 yılında BM’ler Genel Kurulunda kabul edilen Dünya Doğa Şartı’nda sürdürülebilirlik kavramı ilk defa yer almıştır.

1987’de BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunca hazırlanan Brunland Raporunda, çevre ve sürdürülebilir kalkınma ayrıntılı olarak yer almıştır. Bu raporda sürdürülebilir kalkınma, “bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlanmıştır.

1992’de düzenlenen BM Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili çalışmaların bir adım daha ileri götürülmesi için önemli bir hamle oluşturmuştur. 21. yüzyıl gündemini belirleyen “Gündem 21” , sürdürülebilir kalkınma için ülkeler arası işbirliğinin geliştirilmesini önermiştir. 2000 yılında BM Genel Kurulu, sürdürülebilir kalkınmayla ilgili 21’i desteklediğini duyurmuştur.

2002 Johannesburg’da “BM Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi” düzenleyerek, sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik gelişme, sosyal gelişme ve çevrenin korunması olarak üç boyutunu belirlemiştir.

2012 Rio’da tekrar “Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı” düzenlenerek istediğimiz gelecek adlı sonuç belgesinde, sürdürülebilir bir kalkınma için güçlü bir kararlılık vurgusu yapılmıştır.

Sürdürülebilirlik kavramı Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılı sonuç bildirgesinde şöyle tanımlanıyor: “İnsanlık, gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.” Bu tanımlama, sürdürülebilirlik konusunda, bir ilişkiyi ve beraberinde de bir dengeyi ifade ediyor. İhtiyaçların karşılanması için toplum ve doğa ilişkisi ile bugün ve gelecek kuşakların ihtiyaçları arasındaki dengeyi sağlamayı referans alıyor.



Yerleşme ve tüketme alışkanlıklarımızın yarattığı sorunlar tüm dünyanın ortak problemlerinden birini oluşturmaktadır. Küresel ısınma, çevre kirliliği, yok olan yaşam alanları, kimliksizleşen yerleşmeler ve sağlıksız toplumlar günümüz sorunlarının başını çekmektedir. Bu sorunların en önemli sebepleri insan aktiviteleri ve kentleşme.
Batıdaki Endüstri Devrimi ile 19. yüzyıl sonrasında fosil yakıt kullanımındaki fazla artış, 20. yüzyıl sonlarında ise küresel boyutlardaki çevre sorunlarına yol açtı. 1973 ve 1979’daki enerji krizleri ise yenilenemeyen enerji kaynaklarına bağımlılığın boyutlarını gözler önüne serdi. 21. yüzyılda ise insan kaynaklı salınan sera gazı etkisinin yarattığı tehdit artık biliniyor. Ve bu konudaki farkındalık gittikçe artmakta.
İlk kez 16 Haziran 1972 tarihinde Stockholm Konferansı’nda dünya üzerindeki kaynakların hızla tükendiği ve önlem alınmazsa ciddi problemlere sebep olacağı rakamlarla ifade edilmiştir. Durumun ciddiyetinin ilk kez bu kadar farkına varan ülkeler en başta ne yapacakları konusunda emin olamamışlardır. Sürdürülebilirlik kavramı ilk defa 1987 yılında Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland başkanlığında toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu (World Commission on Environment and Development) ‘Ortak Geleceğimiz’ (Our Common Future) raporunda kullanıldı. Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez somut verilerle bu raporda yer almıştır. Raporda alınabilecek önlemler ifade edilirken ‘Sürdürülebilirlik’ kelimesi telaffuz edilmiş ve literatüre kazandırılmıştır.
Tüketim, çevreye verilen zarar, kentleşme vb. kolayca durdurulabilecek alışkanlıklar olmadığı kabul edilmektedir. Ancak bu alışkanlıklar sonucu oluşan zararları en aza indirmenin çeşitli yol ve yöntemleri bulunmaktadır. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan sorunların çözümü ise “sürdürülebilirlik” kavramıyla açıklanabilmektedir.  Sürdürülebilirlik denildiğinde akla ilk olarak çevrenin korunması gelmektedir. Sürdürülebilirliğin en önemli noktası doğal çevrenin korunması ancak sadece bununla sınırlı bir kavram olmadığı kabul edilmektedir. Çevre korumada doğa merkeze alınırken; sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda işin içine sosyal ve ekonomik eksenler de girmektedir. Başka bir ifadeyle sürdürülebilirlik; doğal kaynakların gelecek kuşaklara aktarılmasını amaçlamakta ancak bu amacın günümüz insanının ihtiyaçları göz ardı edilmeden gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.  
Michigan Üniversitesinden Scott Campbell sürdürülebilirliği, bir sistemin kendini devam ettirmek için uzun vadeli yeniden üretimi olarak tanımlamaktadır. Ve evet yaşadığımız çevrenin döngüsel bir sistem olduğunu unutmamamız gerekiyor. Sürdürülebilirlik tanımı pek çok konuda ve pek çok alanda ele alınıp tanımlanabiliyor. Ekolojik açıdan incelendiğinde kaynaklara yönelirken, ekonomik açıdan bakıldığında sermayeye de değinebiliyor. Dolayısıyla ne olursa olsun sürdürülebilirlikten bahsederken asıl konumuzun ‘doğa’ olduğunu unutmamak gerekiyor.
Sürdürülebilirlik kavramı pek çok alanda ve pek çok uygulamayla karşımıza çıkmakta ancak gelecek nesillere yaşanabilecek bir dünya bırakmak hepsinin ortak noktası olduğu görülmektedir.
Büyük çaptaki kurumsal firmalar artık her yıl kendi sürdürülebilirlik raporlarını yayınlıyorlar. Bununla da yetinmeyip dünya ile ilgili projeler ve çalışmalar ortaya çıkartmaya çalışıyorlar. Çünkü bunu yapmak zorundalar. Ve işin aslı biz de yapmak zorundayız. Evimizde, iş yerimizde, günlük rutinlerimizde yaptığımız ufacık değişiklikler uzun zamanda çok etkili olabilecek şeyler. Aydınlatma, ısınma, temizlik ve hatta beslenme alışkanlıklarımızdaki yapacağımız değişiklikler geleceğe katkımız olacaktır.
Sürdürülebilirlik; “ekonomik kalkınma ve refahın geliştirilmesi için atılan adımların insanlara ve gezegenimize zarar vermeyecek bir biçimde geliştirilmesi ve sürdürülmesi” dir. Sürdürülebilirlik; ekonomik, sosyal ve ekolojik/çevresel olmak üzere üç boyutlu olup hem bir süreç hem de bir hedef olarak yorumlanmalıdır (Şekil 1).


Şekil 1. Sürdürülebilirlik Kavramının Şekilsel Gösterimi
 
 
Dünya’nın şu anda doğal kaynakların hızla tükendiği ve tükenen kaynakların telafisinin çok güçleştiği bir durumda olduğu görülmektedir. İnsan ve diğer canlıların yaşamını tehlikeye sokan bu durum, insanları çözüm önerileri getirmeye yöneltmektedir. Bu bağlamda ‘çevresel sürdürülebilirlik’ anlayışı yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ancak, çözüm önerilerinin yalnızca kağıt üzerinde kaldığı görülmektedir. Artan üretim ve tüketim çılgınlığı doğanın ve çevrenin yok edilmesine sebep olmaktadır. Çevresel sürdürülebilirlik doğal kaynakların yerinde kullanılarak gelecek kuşaklara aktarılması ve devamlılığının sağlanmasıdır. Çevresel sürdürülebilirlik kavramını esas alan politikalar geliştirme yoluna giren devletler uluslar ası protokoller ve anlaşmalar imzalamaktalar. Her ne kadar insanlar durumun farkına varıp önlem almaya çalışsalar da ekonomik çıkarlar önerilerin hayata geçirilmesinde büyük engel oluşturmaktadır.
Küre Dağları Ekoturizm Derneği (KED) olarak kuruluşundan (2003) bugüne kadar Küre Dağları, Küre Dağları Milli Parkı ve yakın çevresinde sürdürülebilir yaşam için çalışmalar yürütülmektedir. Özellikle Küre Dağları Milli Parkı ve yakın çevresinde doğanın, çevrenin ve kültürün korunarak sürdürülebilir iktisadi yaşamın gelişmesine katkı sağlanmaktadır. KED’in kendisi için oluşturduğu vizyonu, misyonu, amaçları ve değerleri ile Küre Dağları ve yakın çevresinde sürdürülebilir yaşamın geliştirilmesi ve devamı için uzun dönemli çalışmalarını sürdürmeyi amaçladığı görülmektedir.
Kaynak:
Yeşilist, https://www.yesilist.com/
İndiego, https://indigodergisi.com
Sıfır Atık, https://sifiratik.co
Rekreasyonist, https://www.rekreasyonist.com
Yeşil Ekonomi, Ethem Yenigün, https://yesilekonomi.com/surdurulebilirlik
Sürdürülebilir Yaşam Portalı, Taner Aksel, http://benkoltd.com/Suyapo/Surdurulebilir/Surdurulebilirlik.asp 
https://www.ruhsalyasam.com
https://odevbiyoloji.blogspot.com
 

Sivil Düşün

“Bu web sitesi Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Küre Dağları Ekoturizm Derneğine aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.”